Dünyanın Çin’den Hindistan’dan Osmanlı’dan ve Avrupa’dan ibaret olduğu bilinen dönemde Akdeniz dünyanın merkeziydi. İpekyolu Akdeniz’de ve Karadeniz’de odaklanır; mallar bu denizlerden Avrupa’ya aktarılırdı.
Karşılıklı ticaret Doğu-Batı ticaretiydi. Akdeniz ve Karadeniz de bu ticaretin odakları ve transit noktalarıydı.
Akdeniz’i bir Türk gölüne çeviren, Karadeniz’i Osmanlının kapalı denizine dönüştüren Osmanlı denizcilerinin reisi kaptanıderya Barbaros Hayrettin Paşa “Akdeniz’e hâkim olan Cihana hâkim olur” derken o dönemin Asya ve Avrupa’dan oluşan iki kıtalı dünyasında denizci ümmet olmanın stratejisini vurguluyordu.
Devran değişti. Coğrafi keşifler kıtaların sayısını artırdı; Çin ve Hindistan Avrupa’ya denizden bağlandı.
Kaptanıderyanın doktrini “denizlere hâkim olan dünyaya hâkim olur” biçiminde genişledi.
Bu doktrini uygulayan ve kotaran İngilizler oldu. 20.Yy başlarına kadar dünya ticareti onların denetimindeydi. Güçlü deniz ticaret filosu sayesinde sadece Doğu ve Batının değil, Kuzey ve Güneyin ticareti İngiliz’den soruldu. İngiliz imparatorluğu sömürge imparatorluğuna dönüştü. Sömürgelerinin sağladığı refahı Britanya Adasında toplayan, ticaretini kendi üzerinden dünyaya pazarlayan bir deniz imparatorluğu…
İngiltere denizlere egemen olmayı ve dünya ticaretini ele geçirmeyi güçlü deniz ticaret filosuyla gerçekleştirdi. Denizcilik kültürü de bu yayılmanın disiplinini oluşturdu. Dünya, denizciliği neredeyse İngilizlerden öğrendi…
Denizlere egemen olmanın iki temel koşulu vardır: ya dünya ticaretini ele geçirmek (yani güçlü deniz ticaret filosuna sahip olarak pazarlarda kalıcı olmak) ya da dünya denizlerinde “hazır kıta” bekleyen güçlü bir donanma oluşturmak.
İlkini 19. ve 20.yüzyıllarda İngiltere başardı. İkincisini de bugün ABD!
Amerika dünya ticaretinde pek yoktur. Çünkü güçlü bir deniz ticaret filosu oluşturamamıştır. Deniz ticaretinde saman alevi gibi parlaması 2.Dünya Savaşı yıllarında yapılan gemilerledir. Sonrasında sonunu getirememiştir.
ABD bugün donanmasıyla denizlere hâkim olma yolunu seçmiştir; deniz ticaret filosuyla değil. O yüzden de deniz ticaret filosunu donanmanın destek gücü olarak görmüş; donanmaya lojistik destek sağlamak ticaret gemilerinin tasarımında öncelikli unsur olmuştur. Sonuçta da ABD giderek taşıyan ekonomi olmaktan çıkmış; taşıtan ekonomi haline gelmiştir…
ABD günümüzde kendi yüklerinin sadece %5’lik bölümünü kendi bayrağıyla taşıyabilmektedir. Dolayısıyla da 390 milyar dolarlık dünya navlun pastasının pay alanı değil, diyet ödeyenidir…
Denizleri ele geçirme artık bir bayrak yarışı haline gelmiştir. Bu yarışın en belirgin ürünleri 60’lı yıllara kadar şilep, tanker, posta gemisi ve yolcu gemisi olarak özde dört türde bütünleşen gemi tiplerinin günümüzde sayıları 250’yi bulan gemi çeşididir. Yani şarabın kendi tankerinde, amonyağın amonyak tankerinde, meyve ve sebzenin soğutmalı gemide, kimyasal ürünlerin kimyasal tankerde taşındığı birbirlerinden amaç farklılığıyla ayrılan tam 250 çeşit gemi…
Bunları tasarlamak taşımada ekonomi sağlamak bakımından olmazsa olmazdır. Artık deniz ticaretinde her şey rasyonel hizmet için vardır. Rasyonel hizmet için ve kıyasıya rekabet uğruna yükler gemileri, gemiler de limanları kendilerine bağımlı kılmaktadır.
Denizlere hâkim olmanın bir yolu da rasyonel hizmete her an hazırlıklı olmak, gemileri ve limanları bu uğurda kılıktan kılığa sokmaktır. Günümüzde limanların yerini liman terminallerinin alması gibi!
Denizlere değil hâkim olmak, açılabilmek bile ufuklu düşünmeyi, kararlı olmayı ve stratejik yapılanmayı gerektiriyor. Altyapı ve strateji olmayınca “deniz ülkesi, denizci ulus” sloganı “kubbede hoş bir seda” kalıyor!
Haydi hayırlısı!
Prof. Dr. Necmettin AKTEN