8 Ekim Pazartesi Dünya gazetesi ilgimi oldukça çeken bir haber yayınladı. Haberde özetle “ABD tarafından Türkiye’de üretilen makarnaya karşı uygulanan anti-damping soruşturmasının ardından Endonezya’nın da una karşı aynı uygulamayı başlatarak ihracatçıyı zora sokması karşısında ihracatçılar hukuksal yollara başvurmaya hazırlanıyor, Türkiye Hububat Bakliyat Yağlı Tohumlar ve Mamulleri İhracatçı Birlikleri Sektör Kurulu Başkanı Şahin Batallı, uluslararası mahkemelerin devreye sokulmasını sağlayacaklarını açıkladı” deniliyordu.
Sabah gazetemizi gözden geçirirken, bu haberi yüksek sesle okuduğum sırada birlikte olduğumuz bir ihracatçı arkadaşım “Hocam bu Anti-Damping denilen şey de neyin nesi” deyince, daha önce de bu konuda sorulan soruları hatırladım.
Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) sayfasında ” Şayet bir firma ürünlerini, kendi iç piyasasında sattığı fiyatların altında bir fiyatla satıyorsa, ürüne damping uyguluyor denilir ” denilmekte ancak DTÖ’nün bu konuda bir yargıda bulunmadığını ve hükümetlerin bu konuda nasıl bir tedbir uygulayabilecekleri veya uygulayamayacakları konusuna odaklandığını vurgulanıyor. Anti-Damping Anlaşması ile de bu konunun disiplin altına alınması gerektiğini belirtiyor.
İhracat fiyatlarımız, genellikle iç piyasa fiyatlarımızdan daha düşük olabilmektedir. Bu durumda damping yaptığımız söylenilebilir mi?
Bu konuyu biraz daha açmak için, ihracat fiyatlandırması konusunu birlikte çalıştığımız dostlarımıza tavsiye ettiğimiz bazı prensipleri burada tekrarlamak isterim. İç piyasa için maliyetlerimizi yaparken kullandığımız ve sadece iç piyasa işlemleri için geçerli olan maliyet kalemlerinin, ihracat fiyatlandırmasında dikkate alınmamasını tavsiye ederiz. Zira iç piyasada geçerli borçlanma faiz oranlarına bağlı olarak, vadeli satış fiyatlarımızın, bu finansman giderimizi içermesi çok doğal bir sonuçtur. İhracat yaptığımızda ise tahsilât süremiz, iç piyasa tahsilâtlarımızdan çok daha kısa olmakta ve belirttiğimiz finansman maliyetlerini azaltmakta veya tamamen ortadan kaldırmaktadır. Öte yandan iç piyasa için yapılan reklamların maliyetlerini de ihraç fiyatlarımıza katmıyoruz. Bunlara, ihracata katkısı olmayan genel giderleri, teminat maliyetleri v.b giderleri de ekleyebiliriz. Tavsiyelerimiz, öncelikle ihraç ürününün üzerine binen her türlü doğrudan maliyet kalemini net bir biçimde hesaplamak ve sadece bunları ihracat fiyatının üzerine koyarak, varılan maliyetin üzerine makul bir kâr ekleyerek, ihracat satış fiyatımızı bulmaktır. Burada ciddi bir maliyet muhasebesi çalışması gerektiğini de vurgulamak isteriz.
Gelelim bunların anti-damping ile bağlantısına.
Eğer yurt dışına satış fiyatlarınız, iç piyasa satış fiyatlarınızdan daha düşük ise ve alıcı ülkelerdeki piyasaları ve özellikle yerel üreticileri bu düşük fiyatlarla rahatsız ediyorsanız, tüm bu anlattıklarımızı anti-damping soruşturmasının savunmasında kullanmanız gerekecektir. Bunları kullanabilmeniz için de maliyet kayıtlarınızın sağlam, yasal ve geçerli bir biçimde belgelenebilir olması gereklidir.
Hafızam beni yanıltmıyorsa, yıllar önce ABD, Türkiye menşeli akrilik elyaf için bir anti-damping soruşturması başlatmıştı. Hatta bu konuyu yerinde araştırmak için bir ABD heyeti de Türkiye’ye gelerek, özellikle bir firmamızda çalışmalar yapmıştı. Sonuçta, firmanın verimlilik sağlayarak fiyatlarını aşağı çekebildiği ve ihracat fiyatlarının damping kapsamına girmeyeceği belirlenmiş ve karşı tedbir alınmasına gerek olmadığı vurgulanmıştı.
Damping konusunu biraz daha derinlemesine anlamak isteyen okurlarımıza, Ekonomi Bakanlığı’nin “http://www.ekonomi.gov.tr/upload/5BEEBF42-D8D3-8566-4520B186F1DD9D48/ithihrelkitabi.pdf” internet adresinde bulabilecekleri ve Birleşmiş Milletler Uluslararası Ticaret Merkezi tarafından yayınlanmış bir el kitabının Türkçe çevirisini okumalarını tavsiye ederiz.
Şefik ERGÖNÜL