Güzel Türkçemizde sabretmekle ilgili oldukça çarpıcı ve öğretici deyişler vardır. Bazılarını hatırlayalım; “Sabreden derviş muradına ermiş, sabrın sonu selamettir, sabırla koruk helva, dut yaprağı atlas olur, sabır acıdır, meyvesi tatlıdır” gibi sözler, sabırlı olmanın olumlu sonuçlara götüreceğini vurgular. Bunun aksini vurgulamak isteyenler de biraz eğlenceli ve alaycı bir tavırla tersini vurgulayan “Sabreden derviş sıkıntıdan gebermiş” türünden deyişler uydurmaya çalışmışlardır.
İhracat yapan ve yapmaya çalışan dostlarımızla bir araya geldiğimiz ortamlarda bazen, ben de biraz şakacı bir tavırla “İhracatın tek bir anahtarı vardır onu bulup kullanabilirseniz, mutlaka ihracat yaparsınız” diyerek ortamı sıcak bir kıvama getirmeye çalışırım. Çok doğaldır ki neredeyse birlikte olduğumuz kişilerin sayısına yakın bir sayıda görüş ortaya çıkar. Biraz tartışma ortamına fırsat tanıdıktan sonra, bu anahtarın “SABIR” olduğunu söylediğimizde ise bize yöneltilen eleştiri oklarının ucundaki “Biz hep teknik bir şeyler düşünmüştük, oysaki siz işin felsefesine vurgu yapıyorsunuz” olmaktadır.
Doğrudur, biz işin felsefesine vurgu yapmak ve ihracat işinin salt teknik bilgi ve donanımla olamayacağını, insani unsurların da çok önemli olduğunu ve bu işin de kendine has felesefesi olması gerektiğine dikkat çekmek istiyoruz. Bir felsefesi olması gerek diyoruz zira birkaç ay sonra 40 yaşına girecek olan kariyer hayatımızda gördüğümüz en büyük eksikliğin bu olduğunu, büyük, altı çizili, koyulaştırılmış kırmızı renkli harflerle yazmak istiyoruz ki dikkat çeksin.
Bayram öncesine denk gelen günlerde görüştüğüm bir arkadaşımız, “Tam da Rus piyasasından vazgeçmeye karar vermiştim ki beni tereddüte düşüren bir gelişme oldu” diye konuştu. Yaptığı çalışmaları yakından izlediğim ve olumsuz neticelenen çabalarına şahit olduğum için, biraz da şakacı bir tavırla “Hadi hayırlı işler” diye takıldım. Bana cevap olarak “Hep sabır diyerek, bilinçli hazırlanmış bir programın arkasında sabırla durun ve gereken değişiklikleri yapın dersiniz ya” diyen arkadaşımız, “Rus pazarına girme kararımdan sonra bir buçuk yıl olmasına karşın iş yapamamış olmak, bu sözlerinize şüpheyle bakmama neden olmuştu” diye devam etti. Aslında yapılması gereken her şeyi yapmışlardı. Teknik Pazar araştırması yapıldı, temaslar kuruldu, kendi sektörlerine ait fuara katıldılar. Daha sonra benzeri bir fuara ziyaretçi olarak giderek, olası müşteriler bulmaya çalıştılar ve eski temaslarını tazelediler. Bu arada Rusya Federasyonu’ndan onları ziyaret gelen alıcılar da oldu. Talepler geldi, teklifler verildi, numuneler gönderildi, kendilerini oraya davet edenler oldu, gidildi ve görüşmeler yapıldı amma velakin bir türlü sipariş alınamadı. Ta ki bu Kurban Bayramı arafesine kadar.
Arkadaşımıza, ortak bir hatıramızı hatırlattım ve dedim ki “Moskova’da bir lokantada sofraya sohbeti de katarak ağız tadı bulduğumuz bir akşamda, yirmi yıla yakın bir zamandır orada yerleşmiş ve ticaret yapan eski bir dostumuzun söylediklerini hatırlıyor musunuz?” O kişi, Rus işadamları ile güvenilir bir iş ilişkisine girmeden önce, ilişkileri sağlam bir zemine oturtmak için, ciddi vakit harcanması gerektiğini söylemişti. Ayrıca, “sizi ağırlayıp yakınlık gösterirler, ziyaretinize gelirler, teklif alır fakat mal almazlar, öteki tarafta işlerine devam ederler. Amma tüm bunlar sizi tanıyıp, iş yapabilip yapamayacaklarına karar vermek içindir” diye de eklemişti.
Ben de bir Alman müşterinin peşinden sekiz dokuz ay koştuktan sonra Türkiye ziyaretine ikna edebildiğimi ve ondan sonra uzun yıllar iş yaptığımızı anlatmıştım.
Bu iki küçük örnek ve arkadaşımızın bir buçuk yıl sonra aldığı sipariş ki bir yirmilik konteyner yükü deneme olarak verilmiş, bilinçli bir çalışmaya eklenen sabrın sonucunun olumlu olma olasılığının ne kadar yüksek olduğunu belli ediyor.
Tamam mı devam mı kararını vermek kolay değildir amma İhracat heyecan ister fakat hezeyana tahammül edemez.
Şefik ERGÖNÜL