Fuar, ticareti geliştirmek ve birbirinden haberdar olmayan alıcı ve satıcıları buluşturmak amacıyla belli bir süreliğine kurulan pazarlar olarak tanımlanmaktadır. Taraflar bu ortamlarda bir araya gelerek iş anlaşmaları yaparlar. Bu pazarlar katılımcıların kendilerini ve işlerini önceden planlayabilmeleri için de genellikle yılın aynı zamanında ve aynı yerlerde, takip eden belli ve düzenli aralıklarla, gerçekleştirilirler. Fuarlar, tek bir iş kolunu veya belirli bir iş kolunun tek bir dalını konu alabileceği gibi daha genel anlamda da yapılabilirler.
Fuarlar, özellikle Dünya ticaretinin daha fazla yoğunlaştığı 20.yüzyılda artmaya ve daha sistemli hale gelmeye başlamıştır. Dünyanın çeşitli yerlerinde her yıl düzenlenen bu fuarlar, onbinlerce satıcı ve alıcıyı bir araya getirerek büyük bir alışveriş potansiyeli yaratmakta ve firmaların emeklerini sergilemeye olanak vermektedir. Ticari ve iktisadi boyutu gittikçe ön plana çıkan fuarlarda katılımcı firma ya da kuruluşlar kendilerine ayrılmış alanlarda ziyaretçileriyle karşılıklı görüşmeler yapabilmekte, ürüne yönelik bir sektörü temsil ediyorlarsa ürünlerini sergilemekte, kurumsal imajlarına yer veren fuar standlarında çeşitli görseller kullanarak kendilerini, ürünlerini ya da hizmetlerini tanıtmaktadırlar.
(daha&helliip;)
Yıllar önce katıldığım bir söyleşide, gelecekte Dünya’yı ülkeler değil markalar yönetecek demiştim. Dinleyicilerin bir kısmı bana şaşkınlıkla bakarken, bir kısmı tasdiklercesine başını sallıyordu. Bugün gelinen noktada bu söylediğim tezin neredeyse gerçek olduğunu görebiliyorum. Ticareti arttırmaya çalışan gelişmiş ülkelerin, Dünya’ya aslında markaları ile hükmettikleri hepimizin malumu. Kullandığımız cep telefonundan, giydiğimiz ayakkabıya, kullandığımız parfümden, bindiğimiz arabaya ve hatta yemek yediğimiz restaurantlara kadar Dünya markalarının esaretinde olduğumuzu sanırım hiç birimiz inkar edemeyiz.
(daha&helliip;)
Birbirinden farklı gibi görünse de; aslında aynı amacı güden veya aynı sonuca varan bir tanım ile karşılaşırız genellikle Tedarik Zinciri Yönetimi ile ilgili olarak. Söz konusu kavramı, hammaddenin elde edilmesinden, üretilen ürünün son kullanıcıya ulaştırılmasına kadar olan süreç içerisinde üretim ve tedarik proseslerinin her bir elemanının birleştirilmesi olarak tanımlayanlar, tedarik zincirinin hem anlamını, hem de hayatımızdaki önemini çok net özetlemiş oluyorlar.
Günlük kullanımımızda ve rekabetçi anlamda bakıldığında “değer” kelimesi , bir şirketin ürettiği ürünlerin veya hizmetlerin karşılığında müşterilerin ödemeye gönüllü oldukları tutar olarak ifade edilir ve genellikle de toplam ciro ile ölçülür. (daha&helliip;)
Alın size yeni bir kavram, alın size yeni bir meslek, alın size yeni bir unvan. Yok yok, bu unvanı ben bulmadım, Yükseköğretim Yürütme Kurulu’nun 26.07.2012 tarihli toplantısında Lojistik Yönetimi, Uluslararası Lojistik ve Taşımacılık ile Ulaştırma ve Lojistik Bölümü mezunlarına “Lojistisyen” denilmesi kararlaştırıldı ve artık bu eğitimleri alan gençler bir unvana sahip oldular.
Malum, üniversitelerin kayıt dönemi ve yine bir çok kişi, lojistik bölümlerini yazmakla yazmamak arasında kalmış olmalı ki, çok sayıda telefon ve e-posta aldım bu konu hakkında. Lojistik bölümünden mezun olunca ne olunuyor tam olarak, iş bulma imkanı var mı, hatta, bir meslek sahibi olmuş sayılırlar mı çocuklarımız diye soranlar dahi var. Ben de özellikle bu yıl, gönül rahatlığı ile bu soruyu soranlara, evet bir meslek sahibi oluyorlar, onlar birer lojistisyen olacaklar diyorum. Yüzüme nasıl baktıklarını ise hiç söylemeyeyim. Şaşkınlık içinde kalanlar olduğu gibi, espri yaptığımı düşünenlerin sayısı da bir hayli fazla. Aslında biz de ilk duyduğumuzda bunun bir espriden ibaret olduğunu sanmıştık, ama sonra, bir Kamu Kuruluşu’nun açıklaması olduğunu öğrenince kelimenin anlamını irdelemeye, kabullenmeye ve algımızı yükseltmeye çalıştık. Biz diye hitap ediyorum, çünkü sektörde yer alan ve konudan haberdar olan neredeyse herkesin aynı şeyleri düşündüğüne eminim.
(daha&helliip;)
Tahminin o ki, yazının başlığı aslında sizleri çok da şaşırtmadı; Bundan daha doğal ne olabilir ki; önemli bir gün 30 Ağustos ve elbette bu önemli güne sahip olan ülkemiz Türkiye. Ve yine biliyorum ki, dünyada böylesine önemli bir zaferi kazanmış ve bunu coşkuyla kutlamaya layık tek topluluk da biziz. Peki ya öyle mi oluyor gerçekten, yani böylesine önemli bir günü, olması gerektiği gibi coşku ile kutlamak mümkün olabiliyor mu? Son dönemlerde şüphesiz hepimiz yakın komşularımızda olan biten savaşlarla, ve yine her zaman olduğu gibi ekonomiyle yatar ekonomiyle kalkar olduk ve fazlasıyla bu konuları tartışır hale geldik. Gündem her zamanki gibi dolu, hele daha Eylül’e bir ayak basalım, siz asıl o zaman görün gündemi. Dolayısı ile aslında dünden bugüne değişen çok da bir şey yok, hep dertlerimiz ile tasalarımız ile haşır neşiriz; ama çocuklarımıza, torunlarımıza bu ve ülkemiz için önem taşıyan tüm birbirinden önemli günleri anlatmalı ve öğrenmelerini sağlamalıyız.
(daha&helliip;)