Ülkemizin ne denli önemli doğal kaynaklara sahip olduğunu her zaman söyler ve konuşuruz. Yatırımın ve üretimin artan bir grafik çizmesi bizler için zorunlu bir durum teşkil ediyor; artan üretim, yeni iş sahaları, işsizlik oranının düşerek istihdamın artması ve beraberinde de hiç şüphesiz ihracat miktarlarının da artmasını beraberinde getirecektir. Ülkelerin mali dengelerindeki açığın çok büyük bir kısmı ithalat ile ihracat arasındaki dengesizlikten meydana gelmektedir, üretimi tüketimden az olan kendilerine belli oranlarda da olsa yetemeyen ülkeler, doğal sonuç olarak ithalata yönelmekte, bu da döviz açıklarını doğurmakta ve fakirleşme hızını arttırmaktadır.
Peki iyileştirme adına neler yapılabilir, bir de ona bakalım.
1- Sanayiyi mutlak surette geliştirmeli ve önemsemeliyiz. Hatta bir süre sonra seçiciliğimizi artırmak suretiyle; daha fazla katma değer sağlayan üretim sahalarına yönelmeliyiz. Bunun için, devletimizin de üretimi destekleyici ciddi tedbirler alması ve teşvikleri sunması zorunlu.
(daha&helliip;)
Ticaret günlük hayatımızın artık değişmez bir parçası halini aldı. Bazen konferanslarda veya eğitimlerde soruyorum aranızda ticarette taraf olmamış kimse var mı diye, el kaldıranlar oluyor. Sonra da onlara, marketten yaptıkları bir alışverişte dahi ticaretin tarafı olduklarını hatırlatınca, “doğru ya” diye mırıldanıyorlar. Evet, hepimiz ticarette bir taraf olarak sürdürüyoruz hayatımızı, yalnızca mal alışverişi yapıp para kazanmamız gerekmiyor.
İç ticaret gelişimini sürdürürken, özellikle dünya üzerindeki ülkelerin birbirleri ile olan ticaretleri de gelişen teknoloji ve lojistik hizmetleri sayesinde sürekli artan bir trend göstermekte. Dış ticaretin gelişimi sanayi devrimi ile başlar, bu dönemde ülkeler, ürettikleri fazla ürünleri dış ülkelere satma ihtiyacı hissettiler. Bu durum onları uluslararası ticarete teşvik etmeye neden oldu. Yine 19. yüzyılın ilk dönemlerinde yaşamış Adam Smith “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” felsefesi ile hem ülke içi, hem de uluslararası ekonomik faaliyetlerde liberasyon anlayışını benimsediğini ortaya koymuştur. Ancak uluslararası ticaretin asıl gelişimi, daha ziyade 2. Dünya Savaşı’ndan sonra başlar. 1929 yılında tüm dünyayı saran ekonomik krizin üzerine, bir de 2. Dünya Savaşı eklenince ülkelerin gelişimi de çok önemli ölçüde durağanlaşmıştır. Savaş sonrası ulusal ekonomiler ya da ulus devletler arasındaki ticaret artmıştır.
(daha&helliip;)
Farklı bir sektör olan otomotivi, ve ülkeye kattığı değer ile son dönemde oluşan gelişmeleri bir gözden geçirmek istedim. Öyle bir sektör düşünün ki, içinde ihracat olsun, ithalat olsun, yüksek istihdam olsun. Öyle bir sektör düşünün ki, ülkenin dinamosu olsun. Ve ülkenin dinamosu olabilecek kadar önemli bir sektörden söz ediyor isek, zaten çok da iyi irdelenmesi ve sürekli izlenmesi kaçınılmaz demektir.
Teknolojik olarak karmaşık bir yapıya sahip, ana faaliyet alanına odaklanmanın önemli olduğu ve dış kaynak kullanımınına da bir hayli ihtiyaç duyan bir sektör “otomotiv”. Sektörün kritik özelliklerinden bir tanesi, üreticilerinin etrafında odaklanıyor olmasıdır. Türk otomotiv endüstrisine bir göz attığımızda, 2011 yılı verilerinde yıllık yaklaşık 1.2 milyon adet üretim gerçekleştiğini ve bunun da 790 bin adetinin ihraç edildiğini görüyoruz. Ekonomik değeri ise, yaklaşık 18.5 milyar dolar. Buna karşılık dünya tüketiminden alınan pay, %1.56. TÜİK verilerine göre, 2012’de ulaşılan ihracat rakamı 19 milyar dolar, 2013’te ise 21.3 milyar dolar. Dolayısı ile 2013’ün de ihracatı en yüksek sektörü. Otomotivciler 2023 yılı için de hedefini belirlemiş durumda. 4 milyon adet üretim, 3 milyon adet ihracat. Ve bu da yaklaşık 75 milyar dolara ve dünyadaki payın da %2.5’e çıkması anlamına geliyor.
(daha&helliip;)
Sevgili dostumuz, ağabeyimiz Ertuğrul Tarhan; bir yazısının sonunu şöyle bağlamış “…. ve hiç çözüm bulunamayan en önemlileri; vizeler, birçok ülke ile yaşanan ikili ve transit geçiş belgeleri, sınır geçişlerinde yaşanan gecikmeler ve aşırı akaryakıt fiyatlarıdır.”
Sizlerin de anladığı üzere, taşımacılığın sorunlarından ve yazının başında belirttiği 13 yıl öncesi ile yaptığı kıyaslamanın sonucunda iyileşme olmadığı gibi sorunların daha da arttığından söz etmiş. Ben derim ki, şu sorunları kısa kısa da olsa bir irdelemeye çalışalım.
Her şeyden önce genel bir kabul ile söze başlamak lazım. Türkiye, karayolu taşımacılığında son derece genç ve bir o kadar da güçlü bir filoya sahip. Bunu her fırsatta söylüyor ve hem de övünüyoruz. Ancak, bu durum elbette, birilerini de rahatsız etmekte. Bir tarafta Avrupalı dostlarımızı, diğer tarafta da Ortadoğu’daki kardeşlerimizi ve zaman zaman Rusya’yı bu durum çok da memnun etmiyor olmalı ki, bize sürekli sorun çıkartıp, Türk araçlarının hareket seyrini kısıtlamaya çalışıyorlar. (daha&helliip;)