Tahminin o ki, yazının başlığı aslında sizleri çok da şaşırtmadı; Bundan daha doğal ne olabilir ki; önemli bir gün 30 Ağustos ve elbette bu önemli güne sahip olan ülkemiz Türkiye. Ve yine biliyorum ki, dünyada böylesine önemli bir zaferi kazanmış ve bunu coşkuyla kutlamaya layık tek topluluk da biziz. Peki ya öyle mi oluyor gerçekten, yani böylesine önemli bir günü, olması gerektiği gibi coşku ile kutlamak mümkün olabiliyor mu? Son dönemlerde şüphesiz hepimiz yakın komşularımızda olan biten savaşlarla, ve yine her zaman olduğu gibi ekonomiyle yatar ekonomiyle kalkar olduk ve fazlasıyla bu konuları tartışır hale geldik. Gündem her zamanki gibi dolu, hele daha Eylül’e bir ayak basalım, siz asıl o zaman görün gündemi. Dolayısı ile aslında dünden bugüne değişen çok da bir şey yok, hep dertlerimiz ile tasalarımız ile haşır neşiriz; ama çocuklarımıza, torunlarımıza bu ve ülkemiz için önem taşıyan tüm birbirinden önemli günleri anlatmalı ve öğrenmelerini sağlamalıyız.
Bu söylemimin bir çok nedeni var aslında; hepimiz eminim en az bir kaç sebep sayabiliriz. Ben konuya biraz daha farklı bir yönden yaklaşmak istiyorum. Çocuklarımıza eğer Atalarımızın hangi güç şartlara rağmen neleri başardıklarını anlatmayı başarır ve yaşanılan zorlukları tam olarak hissettirebilir isek, gerek elimizde olan değerleri daha iyi anlamalarını, onlara daha fazla sahip çıkmalarını, her kuruşu daha fazla düşünerek ve tasarrufla tüketmeyi öğrenmelerine yardımcı olmuş oluruz, gerekse daha çalışkan, daha azimli ve mücadeleci olmayı da aşılamış oluruz. Bugün Almanya dünyanın en önemli güçlerinden biri olmuşsa, inanın bundaki en önemli faktör, yaşadıkları ve geçirdikleri savaşlardır.
Ülkemiz insanına baktığımızda, herkes kadar bizim de tüketmeyi seven bir toplum olduğumuzu söylemek mümkün. Ama beni kaygılandıran tükettiğimiz ölçüde üretebilen bir toplum olmayışımız. Şimdi 30 Ağustos’tan bu noktaya niye geldiğimi merak ettiniz. Atalarımızın neleri başardıkları malum, bizler emaneti nasıl yönetiyoruz kısmı şu anda daha fazla gündemde olması gerekirden hareketle, biraz ekonomimize ve bana göre kağıt üzerinde olmasa da, ülke ekonomisi açısından bakıldığında yılbaşı kabul edilebilecek Eylül ayına ve yeni bir sezona girerken durum nasıla bir göz atalım isterim. Birbirimize soruyoruz, acaba ekonomimiz iyiye mi gidiyor; yoksa belli şeyler sadece değişiyor gibi mi görünüyor Önemli göstergelerden birisi olan enflasyonda meydana gelen düşüşle ve kurdaki istikrar ile övünürken, kur yine aldı başını gidiyor, akaryakıt fiyatları yine yükseliyor. Asıl enflasyonu tırmandıracak harcamalar, aileler için daha yeni başlıyor malum. Bu durum gözü her daim üzerimizde olan yabancı yatırımcı ve kreditörlerin düşük faizli borç kaynaklarını ve yatırımları ülkemize yönlendirmeleri eğilimlerini belli bir ölçüde frenleyeceğe benziyor. Özellikle taşımacılık sektörünün de önünde zor günler olduğu kesin. Bu sıkıntıları aşabilmemiz için istikrarın tekrar yakalanması şart olduğu gibi, üretim sektörünün ve katma değerli üretimlerin artması da şart.
Bir çok rasyonun ülkemiz lehine geliştiği, ekonomi anlamında dünyanın en önemli güçlerinden biri olarak görülmeye başladığımız bir dönemde, özellikle Ortadoğu’daki karışık durum, hem ticaretimize zarar verirken, hem de endişeli sürecin devam etmesine neden oluyor. Orada ölen insanlar için duyduğumuz üzüntüyü ise tarif etmek zor.
30 Ağustos Zafer Bayramı’nı kutladığımız şu günlerde, milletçe daha fazla kenetlenmemiz gerektiğini hissediyoruz ve milli duygularımız kabarıyor, ama bu yeterli değil. Hepimiz üzerimize düşenin çok daha fazlasını yapmalıyız, ama lafta değil. Devlet, kendi sorumluluklarını yerine getirmek için çabalamayı sürdürmeli, bizler ise, çağdaş ve tarihimize yakışan bir hayat biçimini korumalı, nereden geldiğimizi asla unutmamalı, eğitimi her ne pahasına olursa olsun önde tutmalı, dil-din-ırk ayırımı gözetmeksizin, her zaman olduğu gibi yine birlik içinde ve dostça yaşamayı bilen, çalışkan, dürüst, girişimci bir toplum olabilmeliyiz.
Ulu önder Atatürk’te yaşasaydı bundan daha fazlasını istemezdi herhalde…
Dr. Hakan ÇINAR