“Dünya yine de dönüyor”
Galileo
(1615, Roma – Mahkeme Çıkışı)
Bir söz vardır; “Senin parmağına diken batsa, benimki kanar”. Bu cümlenin, iki birey arasındaki sevgi ve muhabbeti işaret ettiği aşikar, ama günümüzün ekonomi temelli “modern” dünyasında da artık ciddi bir karşılığı bulunduğunu söylememiz gerekir.
Son yirmi yılda, gerek akademik ortamlarda ve gerekse iş ortamlarında adı geçmediği bir güne rastlanılmayan bir kavramdan, ‘küreselleşme’den bahsediyorum.
Zira, dünyanın birleşik bir kap haline geldiği farklı bir dönemde yaşıyoruz.
Basit bir örnekle durumu zihinlerde canlandıralım;
Avrupa’da yerleşik büyük bir sanayi kuruluşunun finansal bir kriz içine girdiğini ve üretimini durdurduğunu düşünün.Bu firmaya mal satan uzakdoğulu hammadde ve yarımamül üreticilerinin de birden bire satışları kesilecek ve duran işleri sebebiyle binlerce kişi işsiz kalabilecektir. Yani 10 000 km. uzaklıkta bir şirkette meydana gelen kriz, diğer ülkedeki insanların işsiz kalmalarına, geçim sıkıntısı çekmelerine sebep olacaktır.Bunun sonucunda, devletin sağladığı sosyal güvence zayıf ise, ülkede hırsızlık, gasp vs. gibi suçların artışı bile gözlemlenebilir.
Küreselleşmenin tam olarak ne zaman başladığı ile ilgili kesin bir tarih verilemiyor ama son 30 yılda iliklerimize kadar hissettiğimiz bir dönemdeyiz.
Bazı sosyal organizasyonlar için küreselleşme, çevre duyarlılığı, demokratikleşme ve insan hakları gibi amaçlara hizmet edebilecek bir olgu iken, iş dünyası için artan kâr ve güç fırsatıdır.Tabi, ekonomik olduğu kadar siyasal, teknolojik ve kültürel boyutu da olan bir kavramdır ve aslında tüm bunlar içiçedir.
Ekonomik olarak bu sarkaçın hep güçlüden yana hareket ettiği ileri sürülebilir.Eskiden zengin ülkelerin (veya zengin ülkelerdeki özel teşebbüslerin) ürettikleri katma değeri yüksek sanayi ürünleri (trafo, iş makinaları, jeneratör, türbin, kondenser, eşanjör vs.) kendi ülkelerinin kalkınmasına yarardı.Fakir ülkeler ise imkansızlıktan ve yetersizlikten yalnızca tarım ve hayvancılıkla geçimlerini sağlama gayretindeydi.Zengin ülkeler hep daha zengin, fakir ülkeler hep daha fakir kalırdı.
Belki şimdi bu dengede tersine bir gelişme yok ama şöyle bir farklılaşma söz konusu; artık gelişen lojistik altyapı ile üretilen malzemeler fakir ülkelere de ulaşabilmekte ve zengin ülkeler gelirlerini daha da artırırken, fakir ülkeler güç de olsa bu ürünleri kullanabilip ülkelerinin gelişmesine yarar sağlayabilmektedir.Yani bir parça kazan-kazan durumu söz konusudur.Ayrıca zengin ülke firmaları tüm üretim süreçlerini ve altyapısını bu yeni tedarik zinciri ağına göre düzenlediği için karşılıklı bir bağımlılıktan da bahsedebiliriz.
Artık devasa ebatlarda , teknolojik ve pahalı malzemeleri taşıyacak çok büyük kargo uçakları, bunları karşılayacak büyük havalimanları, tonlarca malzemeyi kilometrelerce uzağa taşıyabilen donanımlı gemiler, bu gemiler için kurulmuş limanlar, kaldırma kapasitesinde sınırları zorlayan vinçler, tonlarca ağırlığındaki malzemeleri karayolları üzerinde taşıyabilecek özel tırlar ile lojistik sektörü küreselleşmenin en önemli ayağı olmuş durumdadır.
Yükte hafif malzemelerin taşınması, tarihin ilk çağlarından beri süregeldiği için o konuya girmedim ama o noktada da; gelişen nakliye standartizasyonu, güvenli ve dijital depolama sistemleri gibi gelişmelerin mal ve hizmet akışına kazandırdığı ivme göz ardı edilemez.
İtalyan fizikçi Galileo, dünyanın döndüğünü iddia ettiği için engizisyonda idamla yargılanmış ve sözlerini geri alarak mahkumiyetten kurtulmuştu.Mahkeme salonundan çıkarken dilinden şu cümlenin çıktığı rivayet edilir. “Dünya yine de dönüyor.”
O, dünyanın fiziki olarak dönmesini kastediyordu kuşkusuz .Fakat sosyal ve ekonomik olarak da dünyanın kazanç amacı ile döndüğünü söyleyebiliriz .Lojistik, bu pervanenin rüzgarı olmuş durumdadır.
Yani ‘küreselleşen dünya lojistik ile dönüyor’ dersek, yanlış olmayacaktır.
Ahmet CORA
*Bu yazı, Lojistik Dergisi’nin 29.Sayısında yayınlanmıştır.