İhracat hayatımın merdiveni kırk yıla yaslanıyor. Ne mutlu bana ki meslek hayatıma başladığım günlerdeki 1.5 milyar dolarlık ihracatımızın neredeyse yüz katına yaklaşmasını keyifle seyrediyorum. Şimdiden doksan katını görebildik. Bir o kadar keyif duyduğum başka bir olay da ürün ve pazar çeşitliliklerinin her geçen gün artış göstermesi.
Bu güzel sonuçların altında neler yatıyor dersek, benim kişisel görüşüm, cebimizdeki dövizden korkmamamızı sağlayan değişiklikler, ihracatçıyı cesaretlendiren ve sanayiciyi ihracata teşvik eden kararlar yatıyor. Türk insanının, yeni şartlara inanılmaz uyum yeteneğini de tüm bunların önüne koymak gerekiyor.
(daha&helliip;)
Markalaşmanın, 500 milyar dolarlık bir ihracat hedefini 12 sene ileriye koyan ülkemiz için olan değer ve önemini işlemeyi istedim bugün. Eksikliğini hissettiğimiz yeterince “markalaşamamaktan” ve bu konuda gelinen noktadan söz etmeye çalışacağım. Üniversite’deki bir öğrencim, şöyle bir soru yöneltti bana geçtiğimiz günlerde : “Hocam, Türkiye’de pek çok Türk markası var artık, ve başarıyla işlerini yürütüyorlar, onlarca mağaza açıyorlar ülkemizde. Ancak neden Türkiye ile sınırlı kalıyorlar, neden yurtdışında da tüm Dünya’nın tanıdığı bir marka olmaya çabalamıyorlar. Bugün engel gibi görünen bir çok şey ortadan kalkmış durumda, özellikle yakın coğrafyada yer alan Avrupa Birliği ile imzalanan Gümrük Birliği anlaşması ile bu ülkelerle gümrük vergisi olmaksızın ticaret yapabiliyoruz. Lojistik sektörü çok gelişti ve artık firmalar imkansız denilen herşeyi yapabiliyor, burada depolanan ürünleri Avrupa’daki veya dünyanın her yerinde yer alan mağazalara dahi doğrudan sevk edebiliyorlar. Ekonomi Bakanlığı’nın sunduğu başta Turquality olmak üzere, yurtdışında pazar araştırma, ofis-mağaza açma, marka desteği gibi destekler de var. Peki neden bunca pozitif gelişmeye rağmen, Türk markaları yurtdışında yeterince yaygınlaşamıyor, neden Dünya markaları yaratamıyor ve bunları geliştiremiyoruz? ” (daha&helliip;)
Hadigari TV’nin Üniversite tercihlerini yapan gençler için hazırladığı bir programa gidiyoruz ilk olarak. Program sunucusu konuğu ünlü akademisyene sorar. “Gençlere üniversite tercihlerini yaparken ne önerirsiniz ve en çok hangi bölümler popüler, bu konudaki görüşleriniz nelerdir?” Konuk yanıt verir, “hımm güzel bir soru” (başka ne bekliyorduysa (!)) Ben gençlere bildikleri, benimsedikleri ve ilgi duydukları alanlara yönelmelerini öneririm. (daha&helliip;)
Ulusal ve uluslararası taşımacılar 2003 yılına kadar eleman kaynağını genellikle alaylı olarak yetiştiriyordu. Bende bir “Alaylıyım.” Alaylılar da olmaya devam edecektir. Ulusal ve uluslararası taşımacılıkta ve 1999’da UND’nin önermesi ile kurulan İstanbul Üniversitesi’ne bağlı hazırlık sınıfı dahil 5 yıllık Lojistik Yüksek Okuluyla lojistik kavramı oluşmuş, lojistik ve tedarik süreçlerinde sektör ve işletmeler 2003 senesinden itibaren okullu çalışanlar ile tanışmaya başlamıştır.
Ulusal ve uluslararası taşımacılar 2003 yılına kadar eleman kaynağını genellikle alaylı olarak yetiştiriyordu. Bende bir “Alaylıyım.” Alaylılar da olmaya devam edecektir. Alaylı sözlükte; “bir mesleği okulunu okuyarak değil de, usta-çırak ilişkisi içerisinde çalışarak öğrenen kişi” olarak tanımlamakta. (daha&helliip;)