Markalaşmanın, 500 milyar dolarlık bir ihracat hedefini 12 sene ileriye koyan ülkemiz için olan değer ve önemini işlemeyi istedim bugün. Eksikliğini hissettiğimiz yeterince “markalaşamamaktan” ve bu konuda gelinen noktadan söz etmeye çalışacağım. Üniversite’deki bir öğrencim, şöyle bir soru yöneltti bana geçtiğimiz günlerde : “Hocam, Türkiye’de pek çok Türk markası var artık, ve başarıyla işlerini yürütüyorlar, onlarca mağaza açıyorlar ülkemizde. Ancak neden Türkiye ile sınırlı kalıyorlar, neden yurtdışında da tüm Dünya’nın tanıdığı bir marka olmaya çabalamıyorlar. Bugün engel gibi görünen bir çok şey ortadan kalkmış durumda, özellikle yakın coğrafyada yer alan Avrupa Birliği ile imzalanan Gümrük Birliği anlaşması ile bu ülkelerle gümrük vergisi olmaksızın ticaret yapabiliyoruz. Lojistik sektörü çok gelişti ve artık firmalar imkansız denilen herşeyi yapabiliyor, burada depolanan ürünleri Avrupa’daki veya dünyanın her yerinde yer alan mağazalara dahi doğrudan sevk edebiliyorlar. Ekonomi Bakanlığı’nın sunduğu başta Turquality olmak üzere, yurtdışında pazar araştırma, ofis-mağaza açma, marka desteği gibi destekler de var. Peki neden bunca pozitif gelişmeye rağmen, Türk markaları yurtdışında yeterince yaygınlaşamıyor, neden Dünya markaları yaratamıyor ve bunları geliştiremiyoruz? ” (daha&helliip;)